Çanakkale mücadelesini bilinçli bir şekilde okumak
Tarih ile geçmiş arasında ciddi bir fark var. Tarih ile geçmiş bir ve aynı değildir. Tarih geçmişe dair yapılan bir yorum ve bilinçli bir girişimdir. Geçmiş bir bütünken, olup biten her şeyi kapsıyorke, tarih o bütünden çıkarılmış bir bölümdür. Geçmişteki olaylar ise ancak tarihselleştirildiğinde anlam kazanabilir, ders verebilir. Çanakkale bir derstir. Tarihsel bir olaydır. Geçmişte kalmış bir şey ise hiç değildir.
Bugün size Çanakkale savaşını bilinçli bir tarih okuması üzerinden Boşnak ve Türkleri ilgilendiren bir boyutuyla aktarmaya çalışacağım. İnanıyorum ki bu tarz karşılaştırmalı okumalar, Çanakkale'yi tekrardan yaşatma, yeniden hatırlatma açısından, hele ki Türkiye sınırları dışındaysa, çok faydalı olabiliyor. Çünkü bu tarz okumalar Çanakkale'yi bir cephede olup bitenlerden ziyade herkese ders çıkarılacak ve herkesin faydalanabileceği bir müfredat haline getiriyor.
Çanakkale mücadelesi, tarihsel olarak, savaşların birbirinin ardından yaşandığı bir dönemde gerçekleşti. On yıllık süre içerisinde üç büyük savaş meydana geldi. İlk önce Balkan Savaşı, ardından Birinci Dünya Savaşı ve en sonunda Kurtuluş Mücadelesi'ne şahit olundu. Normalde 100 yılda bir gerçekleşse, tarihe "yüzyılın savaşı" olarak geçebilecek bu savaşlardan her biri, Türk milletinin başına sadece 10 yılda geldi. Bu uzun 10 yıl içerisinde, dünyada artık yeni bir uluslararası siyasal düzeni oluştu ve bu düzende imparatorlukların yerini ulus devletler aldı. Yüzyıllardır Batı'nın başını ağırtan bir Osmanlı vardı ve artık bunun bedelini topraklarının her bir karışında ödeteceklerdi. Ödeteceklerdi, çünkü artık bunu yapabiliyorlardı.
Balkan Savaşı'nda bunu çok rahatlıkla yapabildiklerini gösterdiler. Balkanlar'da artık kurulan bütün başkentler ve siyasi merkezler, Osmanlı karşıtlığı ve Osmanlı nefreti üzerine yükseliyordu. İstanbul'u doğrudan muhatap alıyor ve kendi bağımsızlıklarını ve özgünlüklerini Osmanlı karşıtlığı üzerinden iddia ediyorlardı. Çok ilginçtir, Boşnakların bu dönemde benzer bir dertleri yoktu. Yoktu, çünkü biz baskıyı Osmanlı'dan değil, yeni kurulan bu merkezlerden görüyorduk. Siyasi derdimiz ve endişemiz İstanbul olamadan Belgrad ve Zagreb araya girdi. Günümüz Boşnaklarında ciddi bir Türk karşıtlığı yoksa hiç şüphesiz nefret tohumlarının yeniden ekildiği bu dönemde birbirimize karşı özgürlük mücadelesine girişmememiz veya birbirimizle tapu anlaşmazlığına düşmediğimizle yakından bağlantılı olmuştur.
Balkan Savaşı'nı hepimiz kaybettik, ancak birlikte kaybettik. Pragmatik bir dünyada bunun bir ağırlığı olmayabilir, ancak kolektif bilincimizde "acımız acınız, acınız acımız" olarak yer almıştır. Birinci Dünya Savaşı'na da bu şekilde girdik. Bosna Hersek'te o dönemde artık Avusturya-Macaristan hakimiyeti sürüyor, ancak bilincimizin şansına, savaş sahnesinde yine aynı tarafta yer alıyorduk. Boşnakların diğer cepheler arasında Çanakkale'ye de gitmesi bu bağlamda değerlendilecek olursa, Boşnakların sadece kardeş Türk milleti için değil, kendi varlık mücadelesi için de Çanakkale'yi kendinden görüyordu. Bizim mevzumuz tapuluk bir mevzu değildi. Kimse daha rahat bir hayat vaadiyle Çanakkale cephesine gitmemiş, kendimizi ve birbirimizi savunma refleksiyle hareket etmiştik.
Çanakkale'de kazandık, ancak maalesef Birinci Dünya Savaşı'nı kaybettik. Türkler Sevr ile kendi derdine düşmüş, Boşnaklar ise tarihi isimlerinin resmiyetten kaldırıldığı, milli özgünlüklerinin yok sayıldığı ve de soykırımlarla devam edecek bir karanlık bir sürece girerek hayatta kalma mücadelesini verme durumunda kalmıştır. Her iki millet artık bir Kurtuluş Mücadelesini gözlemliyordu. Türkler çok beklemedi. Topraklarına göz dikenlerin son darbe verme ümidiyle işgal başlatmış, ancak Türklerin şanlı direnişiyle karşılaşarak Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını kabullenmek zorunda kalmıştı. Dönemin önde gelen bütün Boşnak isimleri bu mücadeleyi kutlamış olsa da bunun herhangi bir siyasi ağırlığı olması için Boşnakların kendi kurtuluş mücadelesini vermeleri gerekiyordu. Bu mücadele, ancak 70 yıldan uzun bir süre sonra, 1990'larda gerçekleşti.
"Çanakkale savaşı ile tarihe not bıraktığımız kardeşlik duyguları, hiç darbe almamışçasına kaldığı yerden devam etti"
Bosna Hersek ve Boşnakların Türk milleti için 1990'larda ne ifade ettiklerini ayrıca anlatmamıza gerek yok. "Acımız acınız, acınız acımız" farkındalığı bir gecede alevlenmiş gibiydi. Boşnaklar da 90'lardan itibaren, Türkiye kendi ayakları üzerinde durdukça, bu alevi yıldan yıla daha çok hissetmeye başladı. Çanakkale savaşı ile tarihe not bıraktığımız kardeşlik duyguları, hiç darbe almamışçasına kaldığı yerden devam etmiş gibi oldu. Eğer Çanakkale'de samimi olmasaydık, bu duygular birden, yollarımız hiç ayrılmamışçasına bugün var olamazdı. Muhakkak bir propaganda onu yiyip yutardı, ki mevcut Sırp ve Hırvat hegemonyasına dik durdukça biz aslında kaldığımız yerden devam etme şansımızı koruyormuşuz. Yine "biz-siz" ayrımı söz konusu değildi. Bunu kendimiz, birbirimiz için yapıyorduk. Daha geçen ay Türk milletinin "yüzyılın felaketi" olarak adlandırılan büyük depremlerle sarsılırken o acıyı biz de iliklerimize kadar hissettik. Modern Bosna Hersek tarihinde eşi benzeri olmayan bir seferberlik ve mağdurlarla özdeşleşmişlik yaşandı. Sonuç olarak, yine acılar bizi birbirimize çok derinden hatırlattı.
Asıl sorulması gereken soru şu olabilir: Çanakkale savaşının ardından görünürde ara verilmiş ve ancak onyıllar sonra güçlü bir şekilde gün yüzüne çıkmış bu bağlarımızdan, biz bügün ne dersler çıkartabiliriz? Çanakkale bize ne anlatıyor?
"Çanakkale'de savaşan Boşnaklar yabancı savaşçı değil, birer mehmetçikti"
Çanakkale her şeyden önce, ulus menfaatlerinin bencil, dar ve kısıtlı menfaatlerine karşı bir antitez, karşı tezdir. Gümrük kapılarıyla sınırlı bir yerellikten ziyade bir yerliliktir. O an nerede denk geldiğinden ziyade, kendini neyle özdeşleştiğin ve nereye ait hissettiğinle alakalı bir haykırıştır. Orada savaşan Boşnaklar yabancı savaşçı değil, birer mehmetçikti. "Yabancı savaşçı" denildiğinde ilk akla gelen yabancılığı, nereden geldiği belirsiz, ne idüğü belirsiz bir aidiyetsizliği çağırıştırıyor. Oysa mehmetçiğin hem kökeni de var hem de anlam itibariyle "çok methedilen, tekrar tekrar övülmüş", "nasıl bilinirdi?" sorusuna cevabı da var. Demek ki sadece ulus sınırlandırmasını aşmakla kalmıyor, Çanakkale ayrıca postmodern yıkıcılığın ve her şeye mesafe konulan yaklaşıma da meydan okuyor. O bir yabancı değil, onun bir soyu sopu var, adresi de belli, nasıl biri olduğu da belli. Yani "yabancıdır" diyip geçmeyeceksin.
Çanakkale'nin sunduğu bir başka ders daha var! Acıları küçümsemeyecekmişiz. Hele ki toplumsal acıları... Toplumsal acılar, kolektif bilinç ve dolayısıyla toplumsal kimliğin şekillenmesinde doğrudan yer alıyor. Birinci Dünya Savaşı başlı başına bir travma olmuş ve bu travma mevcut aidiyet duygusunu ve o aidiyete istinaden duyulan güven duygusunu derinden sarsmıştır. Öyle ki Boşnaklarla Türkleri siyasi anlamda birbirinden ayırmaya yaramış ve her ikisinin birbirinden bağımsız memleket arayışına sevketmeye doğrudan hizmet olmuştur. Ancak sonrasında da görüleceği üzere, bu bağlar hiç bir zaman tamamen kopmamıştır. Hatta nesiller arası bir dayanıklıkla, hiç yok olmamışçasına, Boşnakların bir başka toplumsal travmadan geçerken 1990'larda tekrardan gün yüzüne çıkmış ve acıların aileyi bir araya getirdiği gibi eski kardeşleri yine yanyana getirdi.
1990'lar bir başka ders daha verdi. Bu ders "sen ayağa kalkmadıkça, duygular yetersiz kalıyormuş" dersiydi. Türkler kendi kurtuluş mücadelesini Çanakkale Savaşı'ndan birkaç yıl sonra vermiş, kendini bağımsız bir aktör olarak mevcut dünya düzeninde erkenden kanıtlamaya başamıştı. Boşnaklara elini uzatmak isteseydi de o el havada kalırdı. Çünkü, Bosna Hersek daha bağımsızlığını kazanamamıştı. Bağımsızlık kazanınca ise bir muhatap bulundu. Demek ki duyguların rahatlıkla akışı için ayağa kalkmak gerekiyordu. Ayağa kalkacaksın, güçlü olacaksın ki kardeşliği somuta dökeceksin.
Çanakkale sonu olmayan bir ilham kaynağı, dönemi bitmeyen bir derstir. Çanakkale'ye bir öğrenci gözüyle bakacak olursak hiç şüphesiz merkalı gönüllere şunu dedirtmeye hep devam edecektir:
Dur öğrenci! Bilmeden okuduğun bu tarih, bir devrin hiçbir zaman batmayacağı bir yerdir!